Lütfi Bergen

Ahî kavramı nereden geliyor? 1

17.10.2016 00:06:25

Mikail Bayram'ın “Ahî” kavramının etimolojisine dair izahını hatırlayalım: “Son zamanlarda Ahîlik üzerine yoğunlaşan araştırmalar sonunda “Ahî” kelimesinin (…) eski Türkçe metinlerde geçen, cömert, eli açık, âlicenap gibi anlamlara gelen “Akı” kelimesinden gelmiş olabileceği görüşü ortaya atılmış bulunmaktadır. Buna göre Türkçe'de iki sesli harf arasındaki “K” (ق) seslerinin “H” (خ)ya dönüşmesi sonucu, “Dakı” kelimesinin “Dahi” olduğu gibi, “Akı” kelimesi de “Ahi”ye dönüştüğü kabul edilmiş oluyor. Bilindiği gibi Ahilik mesleği, yiğitlik cömertlik mefkûresi olarak İslâm'ın doğuşu ve yayılması ile “Futuvva” adıyla İslâm dünyasında yayılmıştır. Bu “Futuvva” (Yiğitlik ve cömertlik) mefkûresinin daha II. hicri asırda özellikle Horasan ve Maveraünnehir'de İranî bir şekle bürünerek etkili olduğu ve yaygınlaştığı bilinmektedir. Arapların “feta” (yiğit) dediği bu ideal insan tipine, İranlılar “cevan-merd”, bunların mesleğine de “cevan-merdî” diyorlardı (…) Türkler de Arapların “Feta”, İranlıların “cevan-merd” dedikleri bu ideal insan tipine “Akı”, mesleğe de “Akılık” diyorlardı. Akılığın gereği olarak Akıların birbirine kardeşçe muamelede bulunmalarından dolayı bu kelime zamanla Arapça'nın “Ahî” (Kardeşim) kelimesine bırakmış olduğu anlaşılmaktadır” (Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı'nın Kuruluşu, Konya, 1991:3 -4).

Biz bu görüşü fütüvvetnâmelerde saklı hikmet gereği tutarlı saymıyoruz.

Eğer “Ahî” kavramı Türkçe “Akı”dan geliyorsa, Ahi Evren'e  “Akı Evren” demeliyiz ve Ahîliği “kardeş: Ahî” anlamı içermeyen bir kelimeyle kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Yok, “Ahîlik” fütüvvet ile ilgilidir, kanaatindeysek o halde fütüvvetnâmelerdeki anlamıyla düşünmeliyiz.

Radavî'nin Fütüvvetnâmesi'ne bakalım: “Muhammed Mustafa (as) iki mübarek elini Hz. Ali'nin kemerine vurup şöyle dedi: Ey Ali, senin için tamamladım ve senin için mükemmel hale getirdim (...) Hz. Rasulullah şeddi mübarek kıldı, dualar etti ve Hz. İmam Ali'yi seccade üzerine oturttu. Sahabeler de yerine oturdu. Bundan sonra Hz. Rasulullah dedi ki, “Ey inananlar, bugün kardeş olacak gündür. İslâm'ın liyakati ikişer ikişer olmaktır. Zira bunlardan biri bay ve biri geda iledir, buyurmuştur. O'na işittik ve itaat ettik, dediler. Bundan sonra Hz. Resulullah, Selman-ı Farisî'yi, Ebu Derda ile kardeş kıldı. Ammar b. Yasir'i Sa'd ile kardeş eyledi. Sa'd'ı Ubeyd oğlu ile kardeş kıldı. Ashabın geri kalanını da birbiriyle kardeş eyledi. Biri bay ve biri geda diğer ashabın hepsini tarikatları üzere birbiriyle kardeş eyledi. Bu sırada Hz. Ali'yi bir işe gönderdiği için orada hazır değildi. Geldiğinde ashabın birbiriyle kardeş kılındığını ve kendisinin kardeşi olmadığını gördü. Müthiş bir şekilde mükedder oldu, çok üzüldü. Sonrasında Resulü Ekrem'e gelerek “Ya Resulullah, ben kiminle kardeş olayım” dedi. Hz. Resulullah, imam Ali'nin elini tutup şöyle dedi: “Ya Ali, sen benim dünya ve ahret kardeşimsin.” O günden beri el tutmak sünnet kaldı” (Radavî Abdulganî Muhammed b. Alâuddin el-Hüseyin,  Fütüvvetnâme-î Tarîkat, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınevi, 2011: 117-121).

Demek ki elimizdeki fütüvvetnâmeler, konuyu Mikail Bayram'ın “Futuvva (Yiğitlik ve cömertlik) mefkûresi” dediği şeye dayandırmamakta, doğrudan Hz. Peygamber (asv)'e götürüp “İslâm'ın liyakati ikişer ikişer olmaktır” diyerek “Ahî: kardeş” muhtevasıyla ele almaktadır. Böylelikle Ehl-i Beyt'in pâk nesebini (evladlarını) içlerinde barındıran fütüvvet ocaklarının “musâhip tutma” şartlarına bağlamaktadır. Musâhipliğin Hz. Peygamber'in (asv) Medine toplumunda uyguladığı “muâhat” (Ensar-Muhacir arasında kardeşlik) tesisiyle bağı kesindir. Bu durumda “Ahî”lik “Akı”lıktan gelmemektedir.

Türkiye'de “Fütüvvet” ve “Ahî”lik araştırmalarının en büyük sıkıntısı, iki kavramın da Kur'an'dan ve nebevî sünnetten gelmesine rağmen bu bağlamın koparılmasıdır.

Fütüvvetnâmelerde Hz. Cebrail'in Hz. Âdem'in belini bağladığı, onun da Şit'in beline kuşak sardığı ve böylece peygamberlerin bu emaneti birbirine naklettiği yolunda bir anlatı bulunmaktadır. Kur'an, Hz. İbrahim'in ve ashab-ı Kehf'in “feta” olduğunu beyan ederek “fütüvvet”in nebevî-salih zatlar silsilesi içinde anlamlandırılmasını mümkün kılmaktadır. Diğer değişle fütüvvetnâmeler Kur'an'ın anlattığı “feta” bahsine mutabık durumdadır.

Peki, Kur'an, “ahîlik” kavramı açısından, yani “ikişer ikişer kardeşlik” nazarından, fütüvvetnâmelerde gördüğümüz anlatıya delil getirmekte midir?

Evet.

Ahîlik ile fütüvvet arasında kopmaz bir bağ var. Fütüvvet, ahilik olmazsa yürütülemez.

Hz. Musa (as) bir ölüme sebebiyet verince Mısır karyesini terk etmek zorunda kalır. Şuayb'ın ülkesine gidince çoban kızlarla karşılaşır ve kızlar namus sahibi adamı (racul) babalarına götürür. Şuayb, Hz. Musa'nın kendi yanında 8 veya 10 yıl çalışması şartıyla kızlarından birini eş olarak alabileceğini teklif eder. Bu hadise fütüvvet programının bir parçası olarak okunmalıdır. Buraya kadar “ahîlik” yoktur.

Şimdi biraz geriye gidelim:

İsrailoğulları Hz. İbrahim'in oğlu İshak'tan sonra Hz. Yakub (as) ile tarihe çıktı. Yakub'un diğer adı “İsrail” idi. Yakup (as) fütüvvet-ahîlik programı uyguluyordu. Yusuf (as) Mısır'da etkili bir mevkî kazanınca kardeşlerini yanına aldı. İsrailoğulları ahiliği uygulayarak Yusuf zamanında Mısır'da iktidar oldu. Firavun,  İsrailoğulları'nın erkeklerini bu yüzden öldürmek istedi. Hz. Musa katliamdan kurtuldu. Fütüvvet'i nasıl öğrenecekti?

Şuayb, fütüvvet programına bağlıydı. Hz. Musa (as)'yı eğitti. Musa eğitimini tamamlayınca İsrailoğulları Mısır'a ailesiyle dönme kararı alır. Fakat yolda kendisine çerağ verilir. Hz. Musa ve Hz. Harun Allah tarafından ahîleştirilir (kardeşleştirilme). (10 Yunus 87) ayetinde Allah'ın “AHΔ kelimesi geçmektedir: “(Ve evhaynâ ilâ Musa ve ahîhi) Musa ve ahîsine vahyettik.” Ayetteki “ahî”liği “kardeşleştirme” olarak okumalıyız.

Musa-Harun kıssasının başka bir anlatısında Kur'an şöyle beyan etmektedir: “Kardeşinle senin gücünü arttıracağız ve ikinizi sultan kılacağız” (23 Kasas 35).

Fütüvvetnâme'de Peygamber (asv)'in Hz. Ali ile musâhipleşmesi Musa-Harun'unkine benzetilir: “Senin, benim yanımdaki halin, Harun'nun Musa'nın yanındaki hali gibidir ve sen benim varisimsin.”

Demek ki Ahîliğin (musâhip tutmanın) kaynağı da Kur'an'dır.

İkisi bir gömleğe girdiler; iki baş bir gövde oldular.

 

 

YORUM YAP