On İki Adalara gelince, bu adaları 1911 yılında Trablusgarp'ı işgal eden İtalyanlara karşı, Osmanlı gönüllü subayları ve Sunisiler başta olmak üzere, Trablusgarplı mahalli milis kuvvetleri müdafaa etmişti.
Bu mukavemet karşısında İtalyanlar, sahil kesiminden iç kısımlara doğru girememişlerdi.
Buna mukabil Osmanlı devletini sulha zorlamak ve Trablusgarp konusunda geri adım atmaya sevk etmek için, İtalyanlar bir oldubitti ile On İki Adalar ve Rodos'u işgal etmişlerdi.
18 Ekim 1912 yılında İtalyanlar ile akdedilen Uşi Anlaşması ile Osmanlı Trablusgarp'tan elini çekmişti, karşılığında da İtalyanlar On İki Adaları Türkiye'ye iade edeceklerdi.
Ancak bu sırada başlayan Balkan Harpleri nedeniyle, Osmanlı donanmasının bu adaları müdafaa etmekte zorlanabileceği gerekçesiyle, İtalyanlarla yapılan gizli bir anlaşma mucibince On İki Adalar geçici olarak İtalyanların fiili idaresine bırakılmıştı.
Osmanlı'nın Balkan belasını başından savmasından sonra başlayan Birinci Cihan Harbinde, Osmanlı ile İtalya farklı cephelerde, karşı karşıya gelince İtalyanlar bu adaları tahliye etmekten vazgeçmişlerdi. Cihan harbinin sonunda imzalanan Lozan Muahedenamesinin 15. Maddesine göre de bu adalar İtalyanlara terk edilmişti. Hem de dönemin Türk Hükümetinin hiçbir talebi olmaksızın.
1923 ile 1943 arasında İtalyanların, 1943 ile 1945 arasında Almanların, 1945 ile 1947 arasında İngilizlerin kontrolü altında bulunan bu adalar ne yazık ki, İkinci Cihan Harbinden sonra, 1947 yılında İtalyanlarla imzalanan Paris Anlaşması ile tarihi boyunca hiç bir zaman bu adalara sahip olmamış olan Yunanlılara bırakılmıştı. 70 bin şehit vererek aldığımız bu adalar, tek kurşun atmayan Yunan'ın olmuştu.
Harbin sonunda bu adaları terk eden Almanların, giderken Türkiye'ye vermek istemelerine ve bunda ısrarcı olmalarına karşılık, dönemin tek parti idaresi “Yurtta sulh, cihanda sulh” kaidesi gereğince bu adaları Almanlardan teslim almaktan imtina etmişti. Hatta Paris Konferansına defalarca davet edilmelerine rağmen, harbe katılmadıklarını, bu yüzden masada olmayı hak etmediklerini öne sürerek, adaların en azından birkaçının tekrar kazanılması ihtimalini de elinin tersiyle iten yine aynı zihniyetti. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti, “Adalara mendil sallayan kimdi?” Sloganı ile seçim kampanyası yürüterek, dönemin CHP idaresini zor durumda bırakmıştı.
Gelelim 3 mil meselesine.
Lozan'ın 12. Maddesinin son kısmında yer alan “Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Anlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye'nin hâkimiyeti altında kalacaktır” şeklindeki düzenleme, tadad usulü ile İtalya'ya (sonradan Yunanistan'a)bırakılanlar dışında, eğer Türkiye karasından itibaren üç mil içinde her hangi bir ada ya da adacık varsa, bunların Türkiye'ye ait olacağına ilişkin bir düzenlemedir ve bunda herhangi bir ihtilaf bulunmamakta.
Fethiye açıklarında bulunan Şövalye Adası, Ayvalık açıklarında bulunan Cunda Adası gibi adacıklar bu kabilden.
Ancak, sayma usulü ile Yunanistan'a (önceden İtalya) bırakılan bir ada varsa, 3 milin içinde de olsa Türkiye'nin olamayacak.
Buna en iyi örnek İstanköy ve Meis Adalarıdır. İstanköy Adası Türkiye ana karasına 2,9 mil (Yunanistan'a 162 mil mesafede), Meis Adası ise 1,25 mil (Yunanistan'a 361 mil) mesafede olmasına rağmen, Türkiye'ye ait değil.
Ayrıca Türkiye Lozan'ın 16. Maddesi ile büyük bir gaflet eseri olarak, kendisine verilen İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları ile 3 mil kuralına uyan adalar dışındaki tüm adalardaki hak ve salahiyetlerinden vazgeçmiştir.
Yani CHP idaresindeki Türkiye, 1923 Lozan'da ve 1947 Paris Konferansında resmen On İki Adalar'a mendil sallamıştır.
Adalar konusunu konu alan kitabım inşallah bir ay içerisinde piyasada olacak. Burada bahsettiğim ya da bahsetmediğim bütün hususular delilleri ve belgeleriyle birlikte bu eserimde bulunmaktadır. Adalar Konusu fevkalade büyük ehemmiyeti haizdir ve mutlaka zaman geçirilmeden çözülmeli.