Ermeniler, Roma anlaşmasının zikrettiğimiz maddesine istinâden İskenderun'dan Ağrı dağına kadar uzanan sahayı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişinden sonra satın almayı planlamış ve bunun için hazırlıklarını ikmâl etmiş, pusuda beklemektedirler. Bu hazırlıklara kısaca temas edelim.
Toprak satın alma planı
Ermeniler önce gûya Türk zulümlerini, yani ermeni katliâmını mevzu ittihaz eden tarihî gerçeklere aykırı, dramatik bir film vücûda getirmişler ve sonra da bu filmi bazen bedava, bazen de ilan tarifesiyle Amerika ve Avrupa'nın bütün televizyonlarında defaatle Hristiyan halka göstermişlerdir. Filmin sonunda onu seyredenlere bir hitab vardır. Yaklaşık olarak denilmektedir ki: “Görüyorsunuz, sizin kardeşiniz olan bir Hristiyan topluluk, barbar Türklerce nasıl katliâm olunup ortadan kaldırılmıştır. Size, 'Gelin, Türkiye'yle harb edelim de mazlum ve mağdur Ermenilerin topraklarını geri alalım' demiyoruz. Biz bu maksatla bir vakıf kurduk. Oraya yapacağınız küçük bir yardım, Türklerin AB'ye girmesi hâlinde, o toprakları satın alıp geriye kazanmamızı mümkün kılacaktır..."
Bu plan, aynen Yahudilerin Filistin'e yerleşmelerine benzer bir plandır. Onlar da Filistin'de işe, toprak satın almakla başlamışlar ve o toprağa râyiç bedelden fazlasını ödedikleri için Araplar arsa ofisleri önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlardır. Yahudiler bu iş için Arap taşeronlar bile kullanmışlardır. Ermenilerin ele Güneydoğu'da bu faaliyeti taşeronlar vasıtasıyla başlatmış olduklarına dair bizim istihbaratımızda müşahhas bilgiler herhalde mevcuttur.
Gidip Ağrı dağında binlerce dönümlük yeri olan ve burasını düşük gelirli hayvancılıktan başka bir surette kullanma imkânı olmayan bir köylüye, rayiç bedelin birkaç katı fazlası miktarını verseler, onun toprağa bağlı olması sebebiyle imtinâı hâlinde, devreye askerlik veya sâir sûretlerle büyükşehirleri görmüş ve oralara imrenmekte olan çocuklarının veya torunlarının baskısıyla bunun gerçekleşmesi önlenemez. Onlar, babalarına ve dedelerine göre, daha rahat bir hayat ve dindarsa selâtîn camilerin câzibesiyle hulûl edeceklerdir.
Ermeniler, neticesiz Türk sefiri ve Türk konsolosluk mensuplarını öldürme hareketlerini bu maksadla gerçekleştirmişlerdir. Buna tarihî bir hadiseye şe'niyet (reellik) kazandırmak maksadıyla başvurmuş ve böylece Hristiyan Dünyası umûmî efkârına tarihî gerçeklerin çarpıtılmış bir propagandasını intikal ettirmişler ve bunun neticesinde batı parlamentolarının pek çoğunda "Ermeni Soykırımı" (Genosit) kararı aldırabilmişlerdir. Bu birinci safha idi.
Arkasından Abdullah Öcalan'ı kullanarak PKK hareketini meydana getirmişler ve bununla üç kuşu birden avlama hedefi gütmüşlerdir.
•Kürtlerden Ermenilerin intikâmını almak. Çünkü Ermeni Katliâmı denilen hadisenin fâilleri bölgedeki bazı Kürt aşiretleridir. Osmanlı devleti en zayıf zamanında "tehcîr" hareketine başvurmuş ve bunda kusuru görünen elliye yakın memurunu idam etmiştir. Bu demektir ki, tehcîr esnasında yağma ve katliâm yapılmışsa, bu, devletin rızası ve kontrolü dışında yapılmıştır.
•Öldürerek ve korkutup bu bölgeden kaçırılarak, Kürt-Türk veya Arap ne olursa olsun, yerli halkı azaltmak. Çünkü ancak bu takdirdedir ki, oraya gelip yerleşecek olan Ermeniler, etrafındaki insanlara fâikiyet kazanacak veya küçümsenemez bir nisbette mevcut olabileceklerdir.
•Araziyi ucuzlatmak. Anarşinin kol gezdiği bir yerde, bir araziyi hiç kimse râyiç bedelle almaya teşebbüs etmez. Bu cihetledir ki, PKK terör hareketi, Ermeni siyasî emellerine bağlı olarak ortaya dehşetengiz bir katliâm tablosu çıkarmıştır.
Ermeniler, PKK ile bu üç emeli de tahakkuk ettirme istikâmetinde ilerlerken, araya Yahudi faktörü girmiş ve bu da hem PKK'nın, hem de Abdullah Öcalan'ın sonu olmuştur.
Zira Yahudiler, Ermeni siyâsî emellerinin gerçekleşmesinin ancak Türkiye'nin AB'ye girmesiyle kabil-i tahakkuk olduğunu bildiklerinden, PKK hareketini biraz da Amerika'yı kullanarak bertaraf etmişlerdir.7 Zira Türkiye AB'ye girdiği takdirde Yahudiler "Arz-ı Mev'ud"a dâhil olan bu bölgeyi ele geçirmekte müşkilâtla karşılaşacaklarını, çünkü bunu AB'den talep etmek mevkiinde kalacaklarını hesab etmektedirler. Onlara göre Türkiye AB'ye girmemeli, buna rağmen de bölünmelidir. Bu ise ikinci faktör Kürtlerle olabilir. İsrail'in Kuzey Irak'taki Kürt oluşumuna vâ-kî desteği bu düşünceyle kâbil-i izahtır. Abdullah Öcalan'ın teslim alınmasının da Telaviv'den yapılmış olması bunun fiilî bir delilidir.
Ermeni-Yahudi AB farkı
Unutmamak gerektir ki, AB'ye mensup ülkeler dâhilinde takriben 4 milyon Ermeni yaşamaktadır. Bunlar "istim" üzerinde beklemekte ve Türkiye'nin AB'ye girmesine çalışmaktadır. Bu dört milyon Ermeni nüfusuna bugün iki milyon daha eklenmiştir. Bunlar Rusya'nın yıkılmasından sonra serbest kalan Ermenistan'dan ekonomik sebeplerle batıya intikâl etmiş Ermenilerdir. Bu ermeni nüfûsunun, Türkiye AB'ye girdiği takdirde İsrail'deki Yahudi planını taklîden gelip Güneydoğuya yerleşecekleri şüphesizdir. Bunu görmemezlikten gelmek, hamâkatten başka bir şey değildir.
Bu nüfusla ilgili tehlike sadece Ermenilerle ilgili de değildir. Yunanlıların da aşağıda anlatılacağı üzere Kıbrıs'ta, Ege sahillerinde ve hatta Doğu Karadeniz'de bu oyunu tezgâhlayacaklarından şüphe edilemez. Ancak Yunanistan'ın nüfus azlığı sebebiyle bu işte -Kıbrıs haricinde-büyük bir başarı elde edebileceğini söylemek mübalağa olur Çünkü Türkiye'nin dinamik ve kesîf nüfusu karşısında Ege ve Karadeniz'e büyük bir nüfus intikâl ettirebileceği düşünülemez.
Bununla Birlikte çıbanbaşı olabilecek bir azınlığı buraya getirip yerleştirmesiyle başımızın ne kadar ağrıyacağı takdir edilebilmelidir. Zira batı medeniyetinin üç temel rüknünden biri "kadîm yunan tefekkürü" olduğu cihetle, azınlık bir Rum kitlesinin çoğunluk bir ermeni kitlesinden ziyâde himâye ve desteğe mazhar olabileceğini düşünmek zor olmasa gerektir.
Anadolu'yu Hristiyanlaştırmak: Batı âlemi 870 senelik (712-1402) bir İslâm hâkimiyetinden sonra İspanya'yı nasıl geri almış ve Hristiyanlığa kazandırmışlarsa, Anadolu üzerinde do aynı emeli yürütmektedirler. 1880'lerde Mısır'da toplanmış olan bir misyonerler kongresinde yüz senelik bir hazırlık safhasından sonra Anadolu'yu Hristiyanlığa geri kazandırma kararı alınmıştı.
Bu hazırlık safhasında Türkleri İslâm'ın mükemmelliğinden şüpheye düşürecek, siyâsî ve kültürel faaliyetler planlanmış, diğer taraftan Anadolu'da mevcud Hristiyanların korunması ve desteklenmesi için bazı tedbirler ittihaz olunmuştur. Osmanlı yıkılırken Anadolu'nun Merzifon'dan Tarsus'a kadar pek çok noktasında mevcud yüze yakın kolejin varlık sebebi budur. Gûya İngilizce öğretmek bahanesiyle açılmış olan bu mekteplerin eğitim kadroları tamamen misyonerlerden müteşekkildi.
Bu hareketin devamı mahiyetinde, bugün de yapılmakta olan işler vardır.
Bunun için Kapadokya'nın bir "üs" olarak seçilmiş bulunduğunu artık öğrenmeyen kalmamıştır. Birkaç sene evvelki İzmit-Adapazarı depremi esnasında orada vâkî olan ve hâlâ devam etmekte bulunan misyonerlik faaliyetlerinin televizyonlara kadar aksetmiş bulunan münâkaşaları hâfızalarda taptazedir. Bu husus kitap hacmiyle anlatılmak lâzım geldiği hâlde biz bundan sarf-ı nazar ederek bir iki misâlle iktifa edeceğiz.
AB, -biz oraya dâhil olduğumuz takdirde- oturup bir karar alacak ve Fâtih'in yâdigârı Ayasofya'ya çan takılacaktır. Onunla kalsa, Anadolu'da bugün bir izi bile bulunmayan kadîm hıristiyan kiliseleri -bizim muhalefetimize rağmen- ihyâ edilecek ve halkımızın pek çoğunun fukaralığından ve cahilliğinden istifâde edilerek Hristiyanlaşması istikâmetinde faaliyetler hızlandırılacaktır.
Bu gidiş devam ederse İstanbul'da zihnî muhtevâları sakatlattırılmış ve milletine yabancılaşmaya âmâde hâle getirilmiş, pek çok Türk gencinin iftiharla göğsünde haç taşıdığına -maazallâh- şâhid olunacaktır.
Ülkemize gelip yerleşecek Hristiyan'lar arasında bir de şu ehemmiyetli unsuru hatırlatmak lazımdır. Batının zenginleri para kuvvetiyle Türkiye'nin Boğaziçisi'nden Antalya sahillerine kadar yalılar ve villalar sahibi olacak ve körüklenen ekonomik kriz neticesinde batık fabrikaları mülken devralarak bu ülkelerin asıl sahipleri olan Müslümanları ecir makâmında kullanma imkânını elde edeceklerdir. Daha şimdiden batıda tahsil imkânı vesâir sûretlerle Hıristiyanlaştırılmış insanlarımızın mevcûdiyetinden haberdâr olmayanlar, burnumuzun dibindeki Ümraniye'de eski bir atölyede kandırılmış bir Türk veya Türk zannedilen bir eski yabancının marifetiyle açtıkları kiliseyi gidip görsünler.
Millî Hâkimiyet Meselesi: Millî iradeyi bilfarz birkaç asır evvelki gibi telakkî etmenin artık mümkün olmadığını kabul etmek gerektir. Bununla beraber devlet otoritesinin daraltılması veya azaltılması idare edilen insanların olgunluğuyla mütenâsib bir seyir takip etmesi gerekirken bu lâzımeyi dikkate almadan Türkiye'de batı devletleri seviyesinde millî hâkimiyet mefhûmunu, dolayısıyla devlet otoritesini daraltmak, azîm tehlikeler doğurmaya müsait, vahîm bir hatadır.
Bilfarz İngiltere'de Welchler'e veya İs-koçlara kaybolmaya yüz tutmuş, kendi dilleriyle tahsil yapma bu ülke için bir tehlike doğurmaz. Çünkü bu halk, İngiliz olmadığı halde -tıpkı "Osmanlılık" mefhûmunda olduğu gibi- "British" (Britanyalı) etiketini kabullenmiş ve İngilizlerle kaynaşmıştır. Onlar kendilerine böyle bir fırsat verildiğinde İngiltere'yi bölmeye kalkışmazlar. Buna iyi bir misâl de Amerika'dır. Ama bu durum, Türkiye'nin reel gerçekleri muvâcehesinde hak ve hürriyetler genişletilirken hassâsiyetle ele alınmalıdır.
Diğer taraftan Türkiye'de ırk ve dil esasına dayanan azınlıklarda saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bunlarda ayrılık şuuru uyandırmaya çalışanların faaliyetleri Kürtlerden başka hiçbir azınlık üzerinde müessir olamamıştır.' Avrupa Birliği'ne girmekle "millî hâkimiyet" anlayışından -belli ölçüde- vazgeçileceği ve ülkemizde millî hâkimiyet nâmına değil, Avrupa Birliği irâdesiyle arzu edilmeyen pek çok siyâsî ve İdarî değişiklikler vukûa geleceği bir bedâhettir.
Çünkü şimdiden AB'ye girmiş olan devletlerin millî hâkimiyet mefhûmunda nasıl geriye adım attıkları, imzaladıkları anlaşmalarla sâbittir.10 Bu durum onlar için aynı medeniyet dairesinde olmaları, aynı dine mensup bulunmaları ve ekonomik seviyeleri itibariyle büyük bir tehlike arz etmediği halde Türkiye için telâfisi imkansız neticeler doğuracaktır.
Devamı yarın...