Bugün, Türk haricî siyasetinin ana istikameti “Avrupa Birliğine karşı Amerika'ya paralel ve dostane bir hattı hareket olmalıdır. Bunun gerekçelerinin şöyle sıralayabiliriz:
Avrupa Birliği'nin gerçek Hüviyeti:
Avrupa Birliği Rusya ve Amerika arasında sıkışıp kalmış ve bir çok devletten teşekkül etmiş olduğu cihetle bir süper güç imkanına kavuşamamış olan Avrupa'yı birleştirip, bu güce ulaştırmak gayesiyle kurulmuştur. Bu bilinen ve söylenegelen sebeptir. Hakikatte ise beynelmilel bir Katolikliğin, beynelmilel Siyonizm karşısında ayakta kalması maksadıyla kurulmuştur.
Zira İslâm halifeliğinin ilgasından sonca Siyonizmin belli hedeflerinden biri de Papalık'ı yıkmaktır. Hristiyanlığı Tevrat istikametinde bîr tefsir hareketi olan “Yehova Şahidliği” bu maksadla vücuda getirilmiş ve destek görmektedir. Sünnetsiz olduktan için Yahudi inancına göre murdar addedilen Hristiyanların, hacı olmak için Kudüs'e gelmelerini engellemek maksadıyla “Meryem Ana'nın mezarının Efes'te olduğu yolundaki bir yalana, Yahudilerce revaç verilmiş ve Papalık da bunu kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır. Aynı papalık 1968 yılında Hristiyanlığın bidayetinden beri her Pazar Katolik kiliselerinde okunmakta olan “Yahudileri Telin Duası”nı yasaklamıştır. Bunun başka delilleri de vardır.
Fakat biz, AB'nin kurulmasında bir başlangıç hareketi olan anlaşmanın Roma'da tanzim ve imza edilmiş olduğunu zikretmekle iktifa edelim. Buna burada sadece şu vak'ayı da ilâve edelim ki, bundan on beş- yirmi gün önce bugünkü Papa, AB'nin kuruluş statüsüne, bu birliğin “Bir Hristiyan Topluluğu” olduğu yolunda bir hüküm eklenmesini talep etmiş ve bu haber de Türk gazete ve televizyonlarında yer almıştır.
Aslında bir “Katolik Birliği” olan Avrupa Birliği'ne bu istikametteki teşkilâtlanmada mâni olamayan Siyonizm, onun muhtevasını bozmaya çalışmakta ve kuruluş gayesinin mahrekini zaafa uğratmaya çalışmaktadır. Bu gerçek önce yan Katolik- yan Protestanlığa, sonra da bizdeki “Şia” gibi, Hristiyan âleminde dışlanmış bir mezhep olan “Ortodoksluk”a doğru bir açılımla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Hatta bu istikamette büyük bir gayret sahibi olan Siyonizm, Müslüman bir Afrika ülkesi olan Tunus'un bu Birliğe dahil olması yolunda telkinlerde bulunmaktadır.
Şu mahiyetiyle AB'nin fikrî, fiilî ve hatta ekonomik olarak Yahudi karşıtı ve binnetice Amerika rakibi olduğunda şüphe yoktur.
Türk idarecilerinin, hem AB'ye girmeye çalışmaları ve hem de aynı zamanda Amerikan taraftarlığı gütmeleri meselenin özünü dahî kavramamış bulunduklarının bir göstergesidir.
Gerçek mahiyeti bu olan AB'ye bizim karşı olmamızın birçok sebebi vardır ki, bunları şöyle sıralayabiliriz:
Ermeniler toprak alabilir
-Ermeni meselesinde kaydedilecek vahîm gelişmeler.
AB ülkelerinin vatandaşları “tek bir devlet” haline gelecek olan bu topluluk dâhilinde her ülkeden tıpkı vatandaşlık sıfatına hâiz olanlar gibi “mülk almak” imkânına sahiptir. Roma Anlaşması buna imkân bahşetmektedir.
Türkiye AB'ye girdiği takdirde Almanya da, Fransa'da, İngiltere'de vesair yerlerde yaşayan ve o ülkenin vatandaşı görünen Ermeniler, gelip Türkiye'den, İskenderun'dan Kars a kadar ımtidad eden bir sahayı satın alıp oraya yerleşeceklerdir. Tabiî önceleri gerçek hüviyetlerini gizleyecek, iyice yerleştikten sonra da Ermeni hüviyetleriyle mahallî ihtilâflar çıkaracak ve Batılı devletlerin hakemliğini icab ettirecek ihtilâflar icad etmekten geri kalmayacaklardır. Onların yetmişli yıllarda Türk sefirlerini öldürmeleri bu nihaî hedef için hazırlık mahiyetinde idi. Önce iddia edegeldikleri geçmişteki mağduriyetlerini dünya umûmî efkârının zihnine yerleştirmek istiyorlardı.
Sonra da yerli ahaliyi öldürerek ve kaçırtarak azaltmak ve anarşi sebebiyle arazi fiyatlarını ucuzlatmak maksadıyla, PKK'yı kurduran onlardır.
Ermeniler, bu maksadla batı âleminde vakıflar kurmuş, trilyonlarca dolar toplayarak, hazırlıklarını ikmal etmiş bulunmaktadırlar. Onlar Yahudilerin Filistin'e yerleşmekteki tarihî taktiklerini Güneydoğu'da tekrarlamak istemektedirler. Denilebilir ki, gizli taşeronlar eliyle, bu işe daha şimdiden başlamış bulunduk-lan, herhalde Türk istihbarat teşkilâtının meçhulü olmasa gerektir.
papa ayin
Burada şunu da söyleyelim ki, Ermenilerin göz diktikleri toprakların büyük bir kısmı Yahudilerin bir iman prensibi halinde benimsemiş bulundukları “Arz-ı Mevüd”a dahil bulunduğundan, bu husus şu iki kuvvet arasında bir zıddiyet sebebidir. Diğer taraftan Türkiye AB'ye girdiği takdirde Yahudi emeli müstakbelde karşısında yetmiş milyonluk bir Türkiye yerine, yedi yüz milyonluk bir Avrupa bulması sebebiyle güçleşeceğinden, Türkiye'nin bu Birliğe dahil olması önündeki en büyük engel Siyonizmdir. Unutmamak gerektir ki, batı âleminde siyasette yükselmiş olan şahıslar kahir ekseriyetiyle Masondurlar ve mensup oldukları locaların vermiş oldukları emri dinlemek mecburiyetindedirler. Aksi halde hayadan tehlikededir.
Bu gerçek Türkiye'nin AB'ye girmek hususundaki emelinin gerçekleşmesinin imkânsızlığını ve hiç olmazsa güçlüğünü kabul etmeye kâfidir. İsrail'in Amerika'yla birlikte PKK ve Abdullah ÖcaJan'ın tasfiyesinde gösterdiği gayret bu gerçeklerin ışığında değerlendirilmelidir.
Millî hakimiyet meselesi
Avrupa Birliği'ne câhil olduğumuz takdirde, AB bünyesindeki bir federe hükümet durumuna düşeceğimiz ve üzerinde titremekte olduğumuz, “millî hâkimiyet” prensibinden vazgeçmek mecburiyetinde kalacağımız muhakkaktır. Bunun için, Birliğe dahil ülkelerin anayasalarında yapmış oldukları değişikliklere birkaç misal verelim:
İtalyan Anayasası, Madde 11: İtalya, öteki devletlerle karşılıklılık şartı içinde devletler arasında barış ve adaleti sağlayan bir düzen içerisinde gerekli olan egemenlik kısıtlamalarını kabul eder.
Alman Anayasası, Madde 24: Federasyon, devletler arası kuramlara egemen haklar devrededir.
Belçika Anayasası, Madde 25: Belli yetkilerin kullanılması, Ur anlaşma ya da yasayla devletler hukuku kanunlarına bırakılabilir. :
Lüksemburg Anayasası, Madde 49: Yasama, yürütme, yargı yetkileri uluslararası örgütlere devir olunabilir.
Yunanistan Anayasası, Madde 28: Yunanistan'ın taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, iç hukuktan üstündür ve bir iç yasa hükmüyle çatışma durumunda uluslararası sözleşmeler uygulanır. Bir uluslararası anlaşma ile ulusal kuramların anayasada öngörülen yetkileri, uluslararası kuruluşlara devredilebilir.
Bizim de AB'ye girdiğimiz takdirde, anayasamızda buna benzer bir değişiklik yapmaya ve gelecekte milletlerarası münasebetlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin müstakil şahsiyetinden vazgeçmeyi tazammun eden bir anayasa değişikliği yapmaya mecbur kalacağımız muhakkaktır.
Ekonomik yıkım
AB ekonomik planlamasında, İspanya ve Türkiye, bu Birliği besleyecek birer ziraat ülkesi olarak düşünülmektedir. Çünkü sınâî kalkınma neticesinde, büyük bir zehirlenmeye maruz kalan Batı ülkeleri tarımı terk ederek, topraklarını bu zehirlenmeye karşı ağaçlandırmak gereğini kabul etmişler ve gıdayı sınaî mamuller bütün dünyadan ve hassaten yakınlıkları sebebiyle İspanya ve Türkiye'den almayı planlamaktadırlar.
Bu maksatla, Almanların gûya Türkiye'ye yardım maksadıyla kurmuş oldukları CİM teşkilâtının teşvik tablosuna bakıldığında konuların hep tarımla ilgili olduğu görülür. Bu demektir ki, on bin Türk tarım işçisinin yıllık mesaisinin mahsûlü olan zirâî ürünler, Avrupa'ya bilfarz 5-10 sanayi işçisinin ürünü olan teknik ürünler mukabilinde verilecektir. Bu da Türk insanının AB dahilinde en asgarî gelir düzeyinde kalmasını sonuçlandıracaktır.
Diğer taraftan sanayide bizden ileri bir durumda olan batı, malını daha modem ve daha seri makineler sayesinde bizimkinden kaliteli ve ucuz elde edeceğinden bu durum sanayimiz için bir çöküş sebebi teşkil edecektir. Bu durum henüz tek taraflı işleyen Gümrük Birliği'ne girmemizle gerçekleşmeye başlamıştır. Bugün içinde bulunduğumuz İktisadî krizin belli başlı âmillerinden biri de bu neticesini düşünmeden dahil olduğumuz “Gümrük Birliği”nin birkaç senelik tatbikatı neticesidir.
Clinton'a Siyonist oyunlar
Buna manevî faktörleri de ekleyerek düşünürseniz, Türkiye'deki bütün muhafazakârların başlangıçta AB'ye -o zamanki adıyla Avrupa Ortak Pazarı'na- müttehiden karşı çıkışlarının mantıkî gerekçesini kavramış olursunuz.
Bunu anlamak için Avrupa Birliği'ne taraftar olanların sık sık ifade ettikleri bir gerçek vardır. Bu da tarihimizde “Tanzimat” ile başlamış olan “Batılılaşma hareketi”nde AB'ye dahil olmanın nihâî bir safha olacağı görüşüdür. Öteden beri orijinal tarihî şahsiyetimizden sapmanın başlangıcı kabul edip tenkit edegeldiğimiz Tanzimat'ın istikametinde kâmil bir netice olması da her muhafazakâr için buna karşı olmayı icap ettiren bir sebep değil midir?
Bugün ülkemizde insan haklan sahasında müşahede olmakta bulunan gerilemeyi telâfiye müncer olacağı düşüncesiyle yukarıda zikredilmiş muazzam mahsurları görmemezlikten gelmek ve AB'ye taraftarlık etmek -hiç olmazsa muhafazakâr kimseler için- muazzam bir hatadır. Biz insan haklan sahasındaki düzeltme için batıya muhtaç değiliz. Onun en mükemmel tatbikatı kendi tarihimizde ve muazzez dinimizde mevcuttur. AB yerine bu iki kaynağa avdet, maksadımıza ulaşmak bakımından bizim için hem daha elverişli ve hem de daha kolaydır.
ABD TARAFTARLIĞI:
Amerika'nın nice zamandan beri, Siyonist emellere alet olduğu ve bilhassa Ortadoğu'daki siyasetini buna göre yönlendirdiği bir vâkıadır. Lâkin bu durum artık değişmeye başlamıştır. Bunun sebebi “11 Eylül 2001 Darbesi”dir. Bu hâdise Amerika'nın artık başını ağrıtmaya başlayan ve binnetice anti-semitik cereyanları takviye eden Arap-İsrail çatışmasına katı ve nihâi bir netice bulmak maksadıyla Filistin'i milletlerarası şahsiyete haiz gerçek bir devlet haline getirmek hususundaki kararlılığıdır. Siyonizm'in, bu davayı ilk olarak ortaya atan Clinton'u bertaraf edebilmek için başvurduğu ilk çare meşhur “Monica davası'dır.
Bununla Clinton'u yıpratıp istifaya zorlamak maksadı güdülmüş, fakat bu Clinton'un partisinin senatoda ekseriyeti teşkil etmesinden dolayı gerçekleştirilememiştir. Onun yerine gelen bugünkü başkan Bush da aynı noktada ısrarlı olunca “Kuleler ve Pentagon felâketi” Siyonizmin canhıraş bir darbesi olarak gerçekleşmiştir.
Bunun söylediğimiz şekilde vâki olduğunun delilleri saded haricidir. Bizi burada alâkadar edecek, bundan doğacak neticeler, yani Amerika'nın Ortadoğu siyasetinin alacağı yeni şekil ve bunun Türkiye ile alâkasıdır. Bu husustaki gerçekler tahlil edildiğinde görülür ki, Türkiye bugün ve gelecekte Amerika'yla beraber olmaya mecburdur.
Devamı yarın...
Ulan sen de Ortodoks birliği için calismiyonmusun? İstiklal harbinı keşke yunanlılar kazansaydi he.